2018 NDS Edebiyat Ödülünü kazanan Sayın Jean-Paul Didierlaurent’nın Konuşması

2018 NDS Edebiyat Ödülünü kazanan Sayın Jean-Paul Didierlaurent’nın Konuşması

Sayın Fransa Büyükelçisi,
Aramızda bulunan Sayın Başkonsoloslar,
Sayın Müdür,
Sayın Jüri Üyeleri,
Sevgili Davetliler,

Büyük bir heyecanla, 6.27 Treni’nin ilk satırlarının akıp gittiği bilgisayar ekranımın önünde kendimi tekrar yalnız düşünüyorum. Bu önemsiz RER treninin bir gün Orient-Express’e dönüşeceğini ve beni İstanbul’un kalbine götürmek için Seine-et-Marne son durağının çok ötesinde rotasına devam edeceğini nasıl hayal edebilirdim?

Hikâyelerin dilden başka sınırları yoktur. Bu bağlamda, dünyanın dört bir yanındaki çevirmenlere, yetenekleriyle dilin engellerini ortadan kaldırarak sınırları yıkan bu gölge insanlarına içtenlikle teşekkür ederim.

Büyük Fransız yazar Colette, yazı üslubunu şu muhteşem tanımla betimliyordu: Herkesin sözcükleriyle kimsenin yazmadığı gibi yazmak gerekiyor. Çevirmenin hüneri, “kimsenin yazmadığı gibi yazılmış bu sözlerden” herkese hitap eden sözcükler yaratmaktır. Bu ödülü çeviri çalışmasıyla Aysel Bora ile paylaşmak, bu akşam benim için büyük bir mutluluk ve onur vesilesidir. 6.27 Treni’nin İstanbul İstasyonu’na sorunsuzca ulaşmasını sağladığı için Can Yayınları’na teşekkür ederim.

Bu kitabın uluslararası başarısının nedenlerinin neler olabileceği bana sıklıkla soruluyor. Bir hikâyenin Çin, Rusya, Norveç, İspanya, Finlandiya, Japonya, Türkiye ve birbirlerinden bu denli farklı daha pek çok ülkede aynı yankıyı uyandırması nasıl açıklanabilir? Belki de nedeni, “6.27 Treni”nin modern bir masal oluşudur. Belki de her masalda olduğu gibi, burada kendisine eşlik eden kırmızı sadık balığı, ağarmış taş döşemeli zindana kapatılmış Uyuyan Güzel’i, kitap yiyen çelik canavarı ile beyaz atlı prensin çekici kıldığı, her birimizde süregelen çocuksu yanımıza dokunabilen bir masal oluşu… Evet, kökenleri, ırkları veya dinleri ne olursa olsun, insanların kendilerine sadece hikâyeler anlatılmasını bekleyen, azıcık da olsa çocuksu yanlarını muhafaza ettiklerine dair gizli bir umut taşıyorum. Bu hikâyelerin gerçek veya hayal ürünü olmalarının da pek bir önemi yok çünkü Serge Joncourt’un da bir gün çok yerinde söylediği gibi, bir romanın gerçeği söyleme zorunluluğu yoktur; o bundan daha fazlasını yapabilir.

Teşekkürler,