2017 NDS Edebiyat Ödülünü kazanan Sayın Bahar Aslan’nın Konuşması

Bahar Aslan

Kıymetli Misafirler;
2017 Notre Dame de Sion Ödülü’nün “Moskova Defteri/Komünistler Moskova’ya” adlı kitabıma verildiğini öğrendiğim Nisan günü, günlük hayatımın sıradan uğraşıları içindeydim; hattâ kitabımın içindeki, bir zaman önce, üzerlerinde inci dizer gibi çalıştığım kelimeleri çoktan unutmuştum. Benim unuttuğum kelimelerin, benden kopup kendi yoluna gittiğinin en güzel, en hoş ifadesi, sanırım bu ödül oldu. Kelimelerim, jüri üyelerinin dünyasında bir karşılık bulmuş olmalı ki, bugün hep birlikte buradayız. Kendilerine buradan şükranlarımı sunuyorum.
Edebiyatın zaman ve mekân aşırı dili böyledir... Kelimeler, her okuyanda kendilerini farklı şekillerde çoğaltarak bir anlam evreni oluşturur ve insanları, beklenmedik bir anda bu evrenin etrafında birleştirirler.
Kitaptaki “Elif Diye Biri” adlı hikâyemin başkahramanı Elif’in, Moskova’daki yalnızlığının yükü de, edebiyatın gücü ile bir nebze hafifler. Şöyle düşünür Elif:
“…Akşam altıya kadar Moskova sokaklarında yalnız dolaşacaktım. Metroda bir trenden diğerine, bir salondan diğerine geçtim. İçimden bir ses, ‘Ölüm var, ölüm var, ölüm var!’ deyip duruyor, diğer bir ses ise hatıraların vicdanından bahsediyordu. Birden Çehov’un heykeli, ince uzun vücudu, zarif, efendi yüz hatlarıyla karşıma çıkıverdi. Ona selam vererek bir başka salona geçtim. Sanki her köşe başında Nazım’ı görüyordum; büyük şairi, ‘saçları saman sarısı, kirpikleri mavi’ bir kadını ararken görüyordum, metronun dehlizlerinde ‘vakıt hızla ilerliyor’du; şehrin bütün köşelerinde, istasyonlarında, umumi tuvaletlerinde, geçitlerinde, köprü altlarında hatıraların vicdanı yok mu, diye çığlık çığlığa dolaşmak istiyordum…”
Bahar Aslan, Moskova Defteri “Elif Diye Biri”, Can Yayınları, İstanbul 2015

Gördüğümüz gibi, Elif, Moskova sokaklarında yalnız dolaştığını düşünürken aslında gerçekten yalnız değildir. Yüzyıl önce bu dünyadan göçmüş gitmiş Çehov’la halen selamlaşabilmektedir ve Nazım Hikmet’in yarım yüzyıl önce bu dünyaya bıraktığı “saçları saman sarısı, kirpikleri mavi” kelimeleri onunla beraberdir.
Benzer şekilde, bizlerin şu anda bu salonda bulunmamızın sebebi de, işte, edebiyatın bu birleştirici, çoğaltıcı gücündendir.
Huzurlarınızdan ayrılmadan önce, müsaadenizle, kitabımın yazılması sürecinde, ben kelimelerle boğuşurken, kendisi de bunların anlam karşılıklarını çizgiler ve renklerde arayarak, kitabımı disiplinler arası bir kimliğe büründüren Ressam Atilla İlkyaz’a; kitabı sahiplenerek yayına hazırlayan Sevgili Faruk Duman’a, kitabımı İngilizceye çeviren Jonathon Burch’e, henüz on yedi yaşımdayken, acemi karalamalarımı okuyup acımasızca eleştirerek yazma şevkimi yazma bilincine dönüştüren Kıymetli Hocam Nizamettin Uğur’a, İzlek Dergisi’nden yazar dostlarım Ülkü Çadırcı Doğanay’a, Serdar Aydın’a ve Gökhan Tok’a, zahmet edip buraya gelen siz değerli misafirlerimize teşekkür etmek istiyorum.
Sağolun.