La Norma Kayak Tatili

Yarıyıl Tatilinin En Güzel Günleri

Ve herkesin sabırsızlıkla beklediği iki haftalık tatilimiz en sonunda başlamıştı. Zorlu, yorucu, uykusuz geçen iki haftalık sınav maratonundan sonra buna gerçekten ihtiyacımız vardı. Bazıları için oldukça zor geçmiş olan karne günü, herhalde tüm Dame de Sion hayatımda sınav ya da quiz olmayan o tek gün boyunca, hepimiz bulutların üzerindeydik. Hatta o kadar üzerindeydik ki, herkes yolun ortasında «özgürlük» diye bağırmak istiyordu diyebilirim.
Yarıyıl tatili, iki haftaydı. Benim de içinde olduğum on sekiz kişilik bir grup, bunun bir haftasını Lyon’da, La Norma kayak merkezinde kayak yaparak geçirdi. Okul olarak hepimiz bir tatilin özlemini çekiyoruz derken bu tatil, ilaç gibi gelmişti. Hatta ilaçtan da öte !
Bir hafta boyunca o kadar çok eğlendik ki son gün hiç kimse dönmek istemiyordu. Bir ay daha kalalım dese biri, kimse buna itiraz etmezdi eminim.

22 Ocak... İlk günümüz yolda geçti. Havaalanı, uçak, otobüs, Alplerin buz gibi ama tertemiz havası, otel -öğrenci yurdu- derken koskoca bir gün geçmişti ve herkes yorgunluktan baygınlık geçirecek haldeydi. Bilirsiniz, grup halinde yolculuk oldukça eğlencelidir. Bir de grup biz olunca...Yolda yapmadığımız şey kalmadı. Havaalanında da öyle ! Tabu oynamaktan, UNO oynamaya, dedikodu dergileri okuyup manken dedikodusu yapmaktan, güzel/yakışıklı insanları çekiştirmeye, sessiz sinemadan, müzik dinleyip bağıra bağıra şarkı söylemeye kadar her şeyi yaptık. Duty Free alışverişi de dahil tabii buna. Sayemizde Oreo satışları tavan yapmış olabilir.
Kaldığımız yer, havluları, banyo malzemelerini, el sabunu ve saç kurutma makinesi de dahil tüm tuvalet eşyalarını bizim getirdiğimiz, yatak çarşaflarını kendimizin geçirdiği, arkamızdan kimsenin hiçbir şeyi toplamadığı ve asansörü kullanmamıza izin verilmediği küçük bir yerdi. Asansör durumuna dikkat çekmek istiyorum çünkü altıncı katta kalıyorduk ve merdivenler, gerçekten tüm tatil boyunca acı vermişti. Sanırım yurttaki her şey acı vermişti. Alışık olmadığımız bir durumdu tabii, hepimiz oldukça zorlandık. Zaten odaların durumları pek hoş değildi. O kadar dağılmışlardı ki, basılacak yer olmadığından yatakların üstünden atlayarak geçiş sağlıyorduk. Son günkü hallerini siz düşünün !

Aslında yurdun en çarpıcı özelliği, odalardaki yatakların ranza şeklinde olmasıydı Ben ranzanın üst katında yatıyordum. İlk gün, çok zor oldu. Yatak ve tavan arasındaki mesafe dardı, bu yüzden ilk gün kafamı tavana dört beş kez çarptım. Son çarpıştan sonra aklımı bir anlık kaybetmiş olmalıyım ki, çarşafı geçirirken içine girip çıkamadım ! Ve canım arkadaşlarım beni oradan çıkarmak yerine «kurtarın beni» haykırışlarıma aldırmayarak gülüp fotoğraf çekmeyi tercih ettiler. Sanırım tatilin en tuhaf olayıydı.

Merkezin diğer çarpıcı özelliği ise yemeklerdi diyebilirim. Oldukça sert çarptı gerçekten. Fransız yemeklerine pek alışık değildik. Kahvaltıda cornflex, küçük bir kalıp tereyağı, meyveli yoğurt ve muz veya elma yiyorduk. Tabii muhteşem dağ manzarası eşliğinde...Asla doymayarak. Neyse ki yurdun yanında bir market vardı da oradan peynir, nutella ve benzeri şeyler alarak kayak için gerekli enerjiyi sağlıyorduk. Sonuçta Türkiye’de kahvaltılar oldukça doyurucu olur. Fransa’da ise tam tersiydi. Uyum sağlamakta bayağı güçlük çektik. Öğlen ve akşam yemeklerinde ise göbek salata, havuç ve anlam veremediğimiz birkaç salata malzemesi, yine meyveli yoğurt, makarna veya pilav, et, balık veya tavuk oluyordu. Bir de peynir. Fransa’da peynir, kahvaltı malzemesi değildi. Ayrıca her masadan kalktıktan sonra, herkesin artıklarını çöpe döküp, tabaklarını kaldırması, masada oturanlardan birinin de masayı silmesi gerekiyordu. Her gün başka biri masayı siliyordu. Bazense sadece hazırlıklar...

Kahvaltı ve öğle yemeğinden sonra kayağa gidiyorduk. Alplerin pistleri Türkiye’dekilere gerçekten benzemiyor. Özellikle zorluk açısından. Fransa’da insanlar kayak konusunda çok ustalar. Biz onlara göre biraz daha zayıf kalıyorduk gittiğimiz yerde. Gruplar halinde kayıyorduk ve yanımızdan boyları dizimize gelen küçük çocuklar, bizden daha iyi kayarak geçiyorlardı. Gurur kırıcı bir durum... Ancak biz de gerçekten iyiydik. Aramızda çok yetenekli olanlar vardı. Zaten tatilin sonunda da öğretmenler verdikleri yıldızlarla resmileştirdiler bunu.

Pistler yeşil, mavi, kırmızı ve siyah olarak ayrılıyordu. Siyah pist en zor olanıydı ve gerçekten zordu. Dik, dar, virajlı ve uzun olduğu için çok yorucuydu. Kırmızı da aynı şekilde. Snowboardcular için de ayrı pistler vardı, bol karlı pistler. Hepimiz kayarken çok eğleniyorduk. En fazla sekiz kişilik gruplar halinde, birbirimizi bekleyerek ve oldukça dikkatli kayıyorduk. Aynı zamanda yeni şeyler öğreniyorduk. Tepelerden atlama, 360 derece dönerek kayma, geri geri kayma, paralel dönüşler, slalomlar...Herkes kendini çok ilerletti. Bu tatil eğlendirdiği gibi, bizlere birçok şey de kattı.

Hava değişikliği iyi gelmediğinden midir bilmem, grubun yüzde doksanı hastalandı, ben dahil. Tatil boyunca ilaçlar, vitaminler odadan odaya havada uçuyordu. Birkaç gün, kısık seslerimiz, yorgunluktan bitmiş bedenlerimiz ve uykulu gözlerimizle dalga geçip eğlenerek geçti. Ara sıra yurdun aşağısındaki birkaç restorandan birinde krep, pizza, makarna, hamburger veya sandviç yiyip midemizi mutlu ediyorduk. Birkaç mağaza da vardı, oraları geziyorduk. Bazı şeylerin fiyatları Türkiye’dekinden daha ucuzdu, özellikle çantaların. Alışveriş yapanlarımız oldu.

Yurtta sadece biz kalmıyorduk. Bizden bir gün sonra, bizden birkaç yaş küçük bir grup daha geldi. Onlarla Fransızca konuştuk ara sıra ama küçük oldukları için pek fazla zaman geçirmedik.

Kayak dışında akşamları ara sıra boş kalıyorduk, ara sıra da aktiviteler oluyordu. Mesela bir gün gece kayağı veya kızak, başka br gün buz pateni, başka bir gün de bir parti oldu. İçlerinden en çok eğlendiğimiz kızak oldu herhalde. Kızak dediysem, bir kürek. Plastikten bir küreğin üstüne oturup, eğimli bir yerden kendimizi bırakıyorduk. Bazen sekiz dokuz kişi kol kola girerek, bazen birbirimize yapışarak kayıyorduk. Bazılarımız kayarken ters dönüyordu, birbirimize çarpıyorduk, üst üste düşüyorduk. Orada bir yerimizi kırmadıysak başka bir gün kırmayız herhalde. Çığlık ata ata uçuyorduk resmen. Bu sırada öğretmenlerimiz boş durur mu? Kameraya çektiler bazılarını. İleride sabotaj amaçlı kullanabilmek için...Buz pateni de çok güzeldi. Çok azımız kaymayı biliyordu. Kaymayı öğrenelim derken sürekli düşüyoduk. Sanırım işin eğlenceli kısmı da oydu.

Son gün dağdan ayrılıp Lyon’da bir otele yerleştik. Yurttan sonra o kadar rahat gelmişti ki...O günü alışverişe ayırdık. Tüm gün Lyon sokakları...Gerçekten çok eğlenceliydi. Birlikte yemek yedik, kararlaştırdığımız saatte sözleştiğimiz yere yetişmek için koşturduk, kilise gezdik, alışveriş yaptık. Günün sonunda birkaçımız Lyon’un maçına gitti. Kocaman bir stadyum olduğunu söylediler. Fransızca tezahürat yapıp eğlenmişler. Biz de otelde yemek yedikten sonra rahat odalarımızda zaman geçirdik. Tabii uyuyana kadar odadan odaya dolaştık. Odalarda çay makinesi bile vardı!

Ve en son gün...Tatilin en kötü günüydü çünkü bitmişti. Tüm gün yolda geçti. İlk günden tek farkı uçaktı. Sanki Amerika’ya gidiyorduk. Herkese özel televizyon vardı, uçak da oldukça büyüktü. Yolculuk boyunca film izledik. En sonunda da havaalanında ailelerimizle buluştuk ve tatilimiz sona erdi. Şimdi fotoğraflara bakıyorum ve ne kadar eğlendiğimizi görüyorum. Böyle tatilller daha sık düzenlenmeli ve herkes katılmalı. Alışık olmadığımız bütün şartlara, hastalıklara rağmen her şey çok güzeldi. Herkese bu tür gezilere katılmasını tavsiye ediyorum.

EZGİ EZENCİ